9 Tem 2014

Silsile (2014)

Tek sözcükten oluşan yerli film isimlerine içimde bir önyargı oluşmuş; Silsile'ye dair olumsuz ön izlenimlerim, American Hustle'ı andırmasından çok bundan kaynaklanmaktaydı. Neyse ki her zaman inatçı değilimdir: Silsile görünüşte-ışıltılı yaşamlardan kopardığı karakterlerini, gerekli kısa plânlar dışında bu ışıltılı yaşamı üzerimize yürütmeye çalışmaksızın, esas işlerinin döndüğü ara sokaklara atıyor ve çok derin olmasa da ara sokaklarına daldığı karakterlerini fazla tanımlayıcı olmadan tanıtmakta da becerikli davranıyor. Zoom'larla az da olsa iç yüzüne inilen Karaköy ayaklarımızı yere bastırırken, tek geceye sıkışmış paniklerin bir kısmının aşırılığı öykünün bunu ihtiyaçtan 'uydurduğu' hissiyatı verse de aksiyon anlarını gerçekçi kılan kamera çalışması ve arka plân öykülerini ufak detaylara sığdıran diyaloglar ile oyuncuların diyaloglarla neredeyse kimyasal uyumu, bu muhtaciyet ortamında bazı gedikleri görmezden gelmemizi sağlıyor.

Meşguliyeti pahalı adamların bireysel sıkıntıları kurbanını alt sınıftan seçiyor; ancak bu düz ve artık sıkıntı vermiş ifadeyi karşılayan, ezberlediğimiz birçok seri üretimin aksine bu kez ne alt sınıfın çocukları saf, ne de özdeşleşmemiz sağlanan ve dostunun ikiyüzlülüğünü ona sermekten çekinmeyen yarı-girişimci genç içten pazarlıksız. Zaten mevzunun kılcalları göstermeye çalışıyor ki, bürokrasi, sağlık, dostluk, aşk, iyi niyet çabası... hepsi içten pazarlıklı. Bunu bilsek de nihayetinde değişmeyen şey; kurban kötü haberi Galata Köprüsü'nde alır ve kanatları postmodernizmle kırılmış ölümcül kadın, zorluk çekse de ciddi bir zarar görmez.

Peki, eve neden martı girdi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder