15 Tem 2014

Under the Skin (2013)

Cesur filmler hiç kabul görmüyor değil, fakat Under the Skin'in uyarlandığı romanı kendine patron edinmemesi, muhtemelen bir uzaylı kurdelesiyle pazarlanması ve bir adet Scarlett Johansson içermesi, ortalıkta bolca tuhaf yorumun dolaşmasına neden olmuş belli ki. Filmin bazı gösterimlerinin yuhalandığı söyleniyor.

Bu oldukça serbest uyarlamayı oldukça serbest okumaktan kendimi alamadım; alternatiflere gözüm neredeyse kördü. Film bana, karakterinde ani bir değişikliğe giderek neredeyse tanıyamadığım birine dönüşen, eskisinin aksine tüm suratını makyajla kaplamaya ve geceleri erkek avına çıkmaya başlayan, kendinden kaçmak için her şeyi yaptığını düşündüğüm bir arkadaşımı düpedüz hatırlattı.

Uzaylı: Nasıl konuşması gerektiği üzerinde çalışarak 'gerektiği gibi' iletişim kurmayı öğrenen kadın, erkeklerin övgüsüne mazhar olacak donuk gözlerine kavuşmuş olur; hareket dahi edemeden ağlayan ben'i ortadan kaldırır ve sevişebileceği, onu isteyen istemeyen her yalnız erkeği avlamaya koyularak onları gizli havuzunda posa hâline getirir. Soğukkanlı avcının zaafı kendini keşfinde; kalabalık bir caddede özgüvenle yürürken yere kapaklanışının ardından tepkisiz kalmayı başarırken, yüzü neredeyse olmayan bir adamın, avına çıkılmış erkeklerin aksi erksizliği, ten temasıyla birlikte kadını sarsar. Kendinden emin kuvveti kendini kaybeder; mekanik ölümcül kadın, artık erkekler tarafından yönlendirilmeye başlar. Donuk gözleriyle kendini erk sahibi kılmış olsa da sokağın aklını bulandırmasının önüne geçemeyen kadın için, süslenmiş pastanın görünümü güzel, tadı rezalettir. Bir erkeği yaşam alanıyla birlikte tanımaya karşı koyamaz ve sevgiye teslim olmaya başlar. Ancak erkek anlamış olmasa da, bunu yapabilecek bir gerçekliği yoktur artık. Duvarsız bir inzivaya çekilmeye kalkışır, ancak gerçekliği oracıkta duran doğa avcılarla doludur; ormanda erk tarafından kovalanarak avlanır. Sahte derisi dökülür. Erk, derisine dokunamayacağı bir kadını kendiyle bırakmaktansa, yakarak yok eder. Diğer yanda, kadınla doğrudan ilişki kurmayan yardımcı erk, kendini unutarak ölümcülleşmiş kadını kendi'ne yönelik sarsan erksizliği tez vakitte ortadan kaldırır.

Jonathan Glazer, 2013



9 Tem 2014

Silsile (2014)

Tek sözcükten oluşan yerli film isimlerine içimde bir önyargı oluşmuş; Silsile'ye dair olumsuz ön izlenimlerim, American Hustle'ı andırmasından çok bundan kaynaklanmaktaydı. Neyse ki her zaman inatçı değilimdir: Silsile görünüşte-ışıltılı yaşamlardan kopardığı karakterlerini, gerekli kısa plânlar dışında bu ışıltılı yaşamı üzerimize yürütmeye çalışmaksızın, esas işlerinin döndüğü ara sokaklara atıyor ve çok derin olmasa da ara sokaklarına daldığı karakterlerini fazla tanımlayıcı olmadan tanıtmakta da becerikli davranıyor. Zoom'larla az da olsa iç yüzüne inilen Karaköy ayaklarımızı yere bastırırken, tek geceye sıkışmış paniklerin bir kısmının aşırılığı öykünün bunu ihtiyaçtan 'uydurduğu' hissiyatı verse de aksiyon anlarını gerçekçi kılan kamera çalışması ve arka plân öykülerini ufak detaylara sığdıran diyaloglar ile oyuncuların diyaloglarla neredeyse kimyasal uyumu, bu muhtaciyet ortamında bazı gedikleri görmezden gelmemizi sağlıyor.

Meşguliyeti pahalı adamların bireysel sıkıntıları kurbanını alt sınıftan seçiyor; ancak bu düz ve artık sıkıntı vermiş ifadeyi karşılayan, ezberlediğimiz birçok seri üretimin aksine bu kez ne alt sınıfın çocukları saf, ne de özdeşleşmemiz sağlanan ve dostunun ikiyüzlülüğünü ona sermekten çekinmeyen yarı-girişimci genç içten pazarlıksız. Zaten mevzunun kılcalları göstermeye çalışıyor ki, bürokrasi, sağlık, dostluk, aşk, iyi niyet çabası... hepsi içten pazarlıklı. Bunu bilsek de nihayetinde değişmeyen şey; kurban kötü haberi Galata Köprüsü'nde alır ve kanatları postmodernizmle kırılmış ölümcül kadın, zorluk çekse de ciddi bir zarar görmez.

Peki, eve neden martı girdi?